Toplam Ziyaretçi: 957.844
© 2015, Tüm Hakları Mustafa TURAN'a Aittir.
Ekşi Bilişim & Tasarım

SULTAN II. ABDÜLHAMİD HAN SULTAN II. ABDÜLHAMİD HAN

Tarihe açtığımız pencereden Cumhuriyetin gerisine doğru baktığımızda, II. Meşrutiyet ve İttihat yönetimini, bir yaprak daha çevirdiğimizde de II. Abdülhamid’in kendine özgü mutlak yönetimini, bazılarının ifadesiyle de “İstibdat Yönetimi”ni görürüz. Çok konuşulan, çok tartışılan ve hakkında pek çok eser kaleme alınan bir dönem ve dönemin hükümdarı Sultan Hamid.

Benim ise, hafızamda ve ruh dünyamda heykelleşen kocaman kocaman istifhamları çözmek için, harcadığım mesai dolayısıyla, aşina olduğum bir isim Sultan II. Abdülhamid.

1960 lı yılların ortalarında ilkokul öğrencisiydim. O günlerimi hatırlarım. Karnımız zil çaldığı için, öğleden önce son saat bitiş zilinin çalmasını iple çekerdik. Çalar çalmaz da bir ok gibi yerimizden fırlayarak 4x100 bayrak yarışcısı hızında evimize koşardık. Bir gün yine aynı hızla koşuyordum. Ama her günkünden farklı bir atmosferde eve dönüştü bu. Sinirliydim. Kin ve hınç içinde kan beynime fırlamış bir vaziyette burnumdan soluyordum. Eve varır varmaz babama: “Bana av tüfeğini veririr misin?” dedim. Ne yapacaksın evladım?” dedi. Bu gün öğretmenimiz söyledi. Padişah Sultan Hamid, Mehmet Reşad, Vahdettin vatanı düşmana satan hainlermiş. Elime geçirsem vallahi boğacağım onları. Madem bu imkanım yok, hiç değilse bu hainlerin ruhlarına ateş açayım ki, hıncımı öyle alayım. Sınıfta bir de şiir okuduk. Şu kâğıda bir kısmını yazmıştım. Okuyayım hele bir dinleyin. Ailem öğle yemeğine çoktan başlamıştı. Ama ben olayın heyecanını yaşıyor, gözüm yemek memek görmüyordu. “Sonra okursun dedilerse de, hemen elimi cebime atıp buruşuk defter yaprağını çıkardım. Bir çırpıda elimle ütüledikten sonra okumaya başladım:

“Öğren yavrum ki On Temmuz bayramların en büyüğü,

Esir millet böyle bir gün zincirini kırdı, söktü.

Ondan evvel geçen günler, bilsen ne siyahtı.

Milletin her iyiliğini düşünecek padişahtı;

Hâlbuki o zaman sultan, insan değil, canavardı,

Canlar yakar, kan dökerdi, millet ondan pek bîzardı!”

O sahne hala gözlerimin önünde taptazedir. Babam yaratılış itibarıyle çok hassas bir insandı. Epey canı sıkılmış ve anneme dönerek:“ La havle vela kuvvete… Yahu bu körpecik çocuklara öğretecek başka bir şey kalmadı da sıra buna mı geldi?” diye mırıldanıp tekrar oturmamak üzere sofradan kalkmıştı. Eliyle başımı okşayıp: “Evladım o işler senin dediğin gibi değil. Her söylenene inanma. Hatta söyleyen öğretmenin dahi olsa. Büyüdüğün zaman her şeyin gerçeğini öğrenirsin” diyerek zihnime kocaman bir soru işareti kondurmuştu. Oysa öğretmenim hayal dünyalarımın perisiydi. Bana göre dünyanın en iyi bileniydi. Söylediği her şey doğruydu.

Acaba? Acaba padişahlar vatanı satmamış mıydı? Sattılarsa kime, kaç kuruşa satmışlardı? Yahu vatan bizim her şeyimiz. O öyle parayla satılır mıydı? Bu sorularla beynim zonk zonk olur cevabını bulmaya çabalardım. Sınıfın duvarları kocaman kocaman yaldız şapkalı ve üniformalı fotoğraflarla doluydu. Çok yakından tanıdığımız ve sevdiğimiz Atatürk dahi o fotoğraflar arasında kenarda kalmıştı sanki. Ne tarafa baksam ters ters bana bakıyorlardı. Adeta bir göz hapsindeymişim gibi gelirdi bana. Sanki yapacağım bir yaramazlığı görecek ve cezalandıracaklarmış gibi gelirdi. Gece rüyalarıma dahi girdikleri olur, ağlayarak uyanırdım. (Meğerse onlar 1960 ihtilalini yapan Cemal Gürsel ve arkadaşlarıymış)

Padişahlar kim bilir nasıl insanlardı? Şiirde “insan değil canavar, can yakar, kan döker “deniyordu. Hâlbuki bizim diyarda kurtlara cenfa (canavar) denirdi. Madem insan değilse padişah böyle yırtıcı ve vahşi hayvan gibi bir şey miydi? Peki bunca insanı vahşi hayvan olan padişahlar mı yönetmişti yüzyıllar boyu???

Bu şüpheler adeta bir saat rakkası gibi zihnimde sallandı durdu yıllar boyu. O gün nereden bilebilirdim ileride İstanbul Üniversitesinde tarih eğitimi alacağımı… Ve yine nereden bilebilirdim ki, o gün elime geçirsem boğacak kadar nefret edip, vatan haini bildiğim, Sultan II. Abdülhamid hakkında bir gün kitap yazarak, onu milyonlara anlatacağımı. O gün nasıl bilebilirdim ki, kan dökücü dedikleri padişah II. Abdülhamid’in, 33 yıllık saltanatı boyunca sadece bir katilin ölüm fermanını imzaladığını.

İşte küçük çocukların körpe dimağlarını bu tür şeylerle doldurmanın, zihinlerde meydana getirdiği rihteri yüksek depremleri yaşayarak büyümüş bir çocuk olarak kaleme alıyorum bu eseri.

Tarihi yazanlar tarihi yapanlara sadık kalması gerekiyor. Aksi durumda hem gerçek eserler ortaya çıkmıyor, hem de yetişen nesiller tarih kültüründen ve sevgisinden ne yazık ki uzak kalıyor. Dış düşmanların zalim, kan dökücü, müsdebit, kindar, korkak ve gaddar gibi sıfatlarla hükümdarı nitelemeleri, kendi çıkarlarına ters düştüğü için, attıkları iftiralar olduğu konusunda, genelde tarihçiler hemfikirdir.. İç düşmanların da meseleye şaşı bakarak, dıştakilerle aynı ağızdan konuşmaları, gafletten değilse, şahsi çıkar hesapları, kin ve nefretten olması muhakkaktır. “II. Abdülhamid, ya hiç kusuru yokmuş gibi övülüp göklere çıkarılmakta, ya da hiç olumlu hizmeti olmamış gibi bütünüyle yerilip batırılmaktadır.” O, bir kesimin abarttığı gibi, -Şeyh uçmaz müritleri uçurur kabilinden- üzerine hiç toz kondurulmayacak bir Padişah olmadığı gibi, başka bir kesimin de bir Türk hükümdarı için ağza alınmayacak küfürler, hezeyanlar ve iftiraları hak edecek kadar kötü bir Padişah da değildir.

Biz bu çalışmamızda, objektifimizden yansıyacak bilgi, belge ve bulguları, inceleme ve yorumları, kaynaklardan aktaracağımız verileri ve örnekleri, hiç bir önyargı taşımadan aktarmaya çalıştık. Sadece Sultan II. Abdülhamid’i gerçek yönüyle okuyucuya tanıtmayı amaçladık. Her insan ve idareci gibi, onun da artıları, bir takım özellikleri ve güzellikleri olduğu gibi, eksileri ve zaafları da yok değildi. Bu eserde, bizim bazı aydınlarımızın dış düşmanlarla, özellikle de Ermeniler ve Yahudilerle, kol kola girip, onu Kızıl Sultan diye yaftalamalarının büyük yanlışlığı anlatılacak, Sultan II. Abdülhamid’in de hataları vurgulanacaktır..

Büyük bir gönül kırgınlığı içinde söylenen şu sözler, II. Abdülhamid’e aittir: “Bu memleketi nasıl buldumsa öylece teslim ediyorum. Hiç kimseye bir karış toprak vermedim. Hizmetimi ancak Cenab-ı Hakk'ın takdirine bırakıyorum. Ne çare ki düşmanlarım bütün hizmetime kara bir çarşaf çekmek istediler ve muvaffak da oldular.”

Hayır, Sultan Hamid’in, kusurları yanında, bu vatana ve bu millete yaptığı büyük hizmetleri de tarihe malolmuştur. Onun hizmeti kara çarşafla örtülemeyecek kadar devasa boyutlardadır. İttihatçılar muvakkaten muvaffak olarak görülseler de, tarih yine hükmünü icra etmiş ve onu layık olduğu mevki ve makama yükseltmiş ve yüceltmiştir.

Bizim kültürümüzde vefa ve kadirşinaslık esastır. Ölünün ardından kötü konuşmamak da inancımızın bir gereğidir. Bu memlekete ve bu millete hizmet etmiş devlet adamlarımıza minnet borçluyuz. Bu vesileyle Sultan II. Abdülhamid’i de rahmetle anıyoruz.

Bu eser, tarih dersi kitabı değildir. Evet, bir araştırmadır. Ancak akademik bir çalışma da değildir. Bu yüzden kitapta, adı ve devri çok tartışılan bir Türk hükümdarını bütün yönleriyle tanıtmaya çalıştık. Olayların anlatımını kronolojik sıraya göre dizayn etmedik. Ancak buna ihtiyaç duyanlar için de, kitabın son bölümünde o devirdeki tüm hadiseleri tarih sırasına göre vermeyi uygun bulduk. Şahsi hislerimizden mümkün olduğunca uzak, somut veriler ve yorumlarla bir anlatım amaçladık. Böyle bir çalışma için, Tarihçi kimliğimizle çeyrek asırlık bir altyapımız zaten vardı. Ancak biz ona ilave olarak, konu ile ilgili ulaşabildiğimiz bütün kaynakları, Sultan Hamid hakkında yazılmış kitapları tekrar gözden geçirdik. Ulaşabildiğimiz internet sitelerini gezdik. O kadar zengin birikim oluştu ki, o haliyle yayımlasaydık eser bir kaç cilt hacminde olacaktı.

Böylesi bir genişlik ve derinlik okuyucuyu bıktırabilirdi. Biz de mevcut dökümanları eleye eleye nihayetinde elinizdeki bu kitabı ortaya çıkardık. Takdir olunur ki, böylesi çetrefilli bir konuda yazdıklarımızla, her okuyucunun hislerine tercüman olmak, her şeyden önce eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Biz olabildiğince sade bir dil kullanarak ve tarafsız bir üslupla konuyu izaha gayret ettik. Yeri geldikçe dünün olaylarını bugünkü olaylarla irtibatlandırarak yorumladık. Olaki, kitapta kasdı aşan bir yaklaşım, yorum ve ifade yer almışsa da, okuyucularımızın hoşgörüsüne sığınarak, peşinen affola demekten imtina etmeyiz. Amacımız olayları olduğu gibi anlatmaktır. Sultan II. Abdülhamid “Kızıl Sultan” mı, “Ulu Hakan mı?” Hükmü biz değil, okuyucu verecektir.

  Kitabı sıkıcı olmaktan çıkarmak ve cazip hale getirmek için, olayları başlıklar altında vermeyi uygun bulduk. Sayfaları rahatlatmak için yer yer konuyla alakalı şekiller, resimler, figürler de kullandık.

Bu çalışmamızla tarihe bir ışık tutabildiysek kendimizi bahtiyar addedeceğiz. Sevgi ve saygılarımla. Mustafa TURAN

Bu Sayfayı Paylaşın

Tüm Kitaplar