Toplam Ziyaretçi: 957.844
© 2015, Tüm Hakları Mustafa TURAN'a Aittir.
Ekşi Bilişim & Tasarım

GÖKTÜRK MEHMET UYTUN’UN MUSTAFA TURAN İLE EĞİTİM-KÜLTÜR VE KİTAP ÜZERİNE BİR RÖPORTAJI

UYTUN : Mustafa TURAN’ı tanıyabilir miyiz? 
TURAN:Buram buram tarih kokan kahramanlar otağı ve evliyalar yatağı Osmanlı diyarı Bilecik iline bağlı     Gölpazarı ilçesinde 1957 ‘de doğdum, ilkokulu ve hıfzımı ikmal ettikten sonra ortaöğretimi Bilecik ve Bursa da tamamladım, 1981’ de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinden mezun oldum. Vatani hizmetimi Lefkoşe da Asteğmen olarak yaptıktan sonra yurda döndüm. Artvin, Bolu ve Sakarya da çeşitli okullarda tarih öğretmenliği, okul müdürlüğü ve Milli Eğitim Şube Müdürlüğü görevlerinde bulundum.  Başta bakanlık yayınları olmak üzere çok değişik dergi, gazete ve antolojilerde araştırma yazılarım ve şiirlerim yayınlandı.Kısa adı İLESAM olan Türkiye İlim ve Edebiyat Eserleri Meslek Birliği üyesiyim. IRMAK dergisinin  kurucularındanım ve yazı işleri sorumlusuyum. Evli ve iki çocuk babasıyım.

UYTUN : Okumanın önemi ve gereği nedir? Açıklar mısınız ? 
TURAN:Memnuniyetle. Okumak, medeniyetin bir ifadesidir. Mazi,hal ve istikbal arasındaki iletişimi en iyi şekilde okuma fiili sağlar.Okumak,bir merak ve istek işidir. Dolayısıyla bu da bilgi ve kültür birikimini doğurur.
Okumayı salt okuma şeklinde ele almaktan ziyade, amaçlar ve ilkeler doğrultusunda değerlendirmek gerekir. Zira okumak demek; insanın kendi kendini öğrenmesi demektir. Başka bir ifade ile İnsan-ı Kâmil olmanın yolu ve yöntemidir. Sevgi deryası Yunus da : 
           “ İlim ilim bilmektir,  
İlim kendin bilmektir 
Sen kendin bilmezsen  
Ya nice okumaktır.” 
Demiyor mu?
Öte yandan baş döndürücü bir hızla ilerleyen ilim ve teknoloji olgusu, BİLGİ ÇAĞI diyebileceğimiz bir oluşuma yol açmıştır. O halde gayet tabidir ki, bilgi toplumu haline gelmenin ve bilgi çağma ayak uydurmanın yolu da okumaktan geçecektir. Biz, tarihte savaş meydanlarına asker ve cephane ile birlikte kütüphanesini de götürecek kadar okumaya düşkün bir ecdadın nesliyiz. Suçlu bir insanı belli kitaplar okuması karşılığında affedilmek üzere kütüphanelere hapsedilmesindeki davranış, bizden başka dünyanın neresinde görülmüştür? Mensubu olmaktan şeref duyduğumuz İslam, insanlığa ilk emrini niçin "OKU" diye vermiştir? Düşünmemiz gerekmez mi? Ardından kalemi hatırlatması ve yazmaktan bahsetmesindeki hikmeti de araştırmamız gerekir.
 Okumak, aydınlanmak ve erdemleşmektir. Bakın Seneca'nın çok güzel bir sözü var, der ki:" Kitapsız hayat, kör, sağır ve dilsiz yaşamaktır." On Hersel’in de bu manadaki bir sözünü nakledeyim. O da  : " Evren okuyan için yaratılmıştır. Okuma zevkini öğrenen mutlu bir insandır. "der.
Okumak, sadece insan denen varlığa has bir özelliktir. Nasıl ki, yazmak bir sanatsa, okumak da ayrı bir sanattır. Dertlerin çaresidir okumak. Ruhi açıdan bir şifa kaynağıdır okumak. İlim hazinelerinin anahtarı da okumaktır.

UYTUN: Peki efendim fert ye toplum hayatında az yer verilen kitabın ve kütüphanelerin değeri hususunda ne dersiniz? Çünkü biz, mobilyasının rengine uygun kitaplar alan insanları da tanıyoruz.
TURAN: Hay ceddine rahmet. O kadar güzel bir soru sordun ki,bu soruya da o kadar güzel bir cevap gerekecek. Bir kere bizim evimizdeki kütüphanemizin, kişiliğimizin de aynası olduğunu belirtelim. Bu günkü medeniyete insan zekasıyla ulaşıldığı, zekaları ise kitapların beslediği bir gerçektir.  Kitap,  en büyük bilgi ve kuvvet kaynağıdır.  Ancak sizin de belirttiğiniz gibi süs olsun diye mobilyasının rengine uygun kitap alan toplumun içinde yaşıyoruz. Dünyanın en büyük kütüphanelerinden birini örnek göstererek; "Bir avuç insan dışında dünyanın müessese ve değerleri yok olsa, yalnız bu kütüphane sayesinde bu günkü medeniyeti kurmak mümkündür." Diyen bilim adamı, kültür ve medeniyetin kaynağının kitaplarda saklı olduğunu veciz bir şekilde ifade ediyor.
Filozof Bacon: "İyi kitaplar başarıya doğru uzatılmış bir köprüdür." derken, ünlü hatip Çiçero da : " Bir bahçe ve kitaplığın varsa hiçbir eksikliğin yok demektir" Sözleriyle mutluluğun kaynağının çiçek ve kitapta olduğuna işaret ediyor. Kıymet ifade eden her şeyin, kendine mahsus bir sevgisi olduğu gibi, kitap sevgisi de sevginin bir türüdür.Okumayı hobi haline getiren bir kişi için, ne can sıkıntısı vardır, ne de arkadaş ihtiyacı. Günde 24 saat az gelir ona. Fikir, görgü ve kültür itibariyle bilgi hazinelerinin sultanıdır o.
Bizim, ecdadımızdan gelen; kitaba ve kütüphane'ye hürmet gösterme ve hizmet etme gibi kutsal bir misyonumuz da vardır. Çünkü tarihte görüyoruz ki, medreselerde, saraylarda, camilerde tekke ve külliyelerde kütüphaneler kuran ecdadımız, buralardan istifade için her türlü tedbiri de almıştır. Eski Türk .devletlerinden Uygurlar, Gazneliler, Büyük Selçuklular ve Osmanlıların kitap ve kütüphanelere verdikleri önemi anlamak için, o devir kaynaklarından başka bugünkü izler de bunun en büyük şahidi ve tercümanıdır. Fatih'in fetihten sonra, zeyrek Medreselerine ve Eyüp'te inşa ettirdiği camiye kitap vakfedip İstanbul'da ilk kütüphaneyi kurduğu bilinmektedir.Yavuz’un kütüphanesini  savaş meydanlarına götürdüğünü ve her gün 7-8 saat kitap okuduğunu,çok az uyuduğunu ve günde bir öğün yemek yediğini de biliyoruz.Samanoğulları devletinde suç işleyenler kütüphanelere kapatılıyor ve belirli kitabı okuma sonucunda serbest bırakılıyordu.Kısa süre önce Sakarya’nın Kocaali ilçesinde de bir hakimimiz suçluya aynı yönde bir ceza verdi.Ben basından bunu okuyunca çok mutlu oldum.Belki ülkemizde ilk cezalandırma şeklidir.Ama o hakimimiz, gerçekten alkışlanacak ve takdire şayan bir hüküm vermiştir.Batılı fikir adamlarından Ovidus:“Gençliğini kitapla beslemeyen milletlerin sonu acıdır.” Diyor. 
Gerçi  şurası  bir gerçektir ki, dünyada atalarının yazdıkları kitapları raflarda tozlandıran ve onların içindeki yazıyı okuyamadıkları için, müze malzemesi gibi seyreden bizden başka bir millet yoktur herhalde. Dünyada kurulan tüm medeniyetler , kültür zenginliğinden doğar. Medeniyetin kaynağı kültür, kültürün kaynağı bilgi, bilginin kaynağı da kitaptır. Mesela, Anadolu'da bir insana "kitapsız" demek en büyük hakaret sayılır. Biz cehaleti korkunç bir hastalık olarak kabul edersek, bu derdin şifası ve ilacı kitaptır. Güneşin her tarafı aydınlattığı gibi, kitap da cehalet denen karanlığı aydınlatır. Montöskiyö: "Çeyrek saatlik bir okumanın gideremediği bir üzüntüm  olmamıştır." Demiyor mu?
Bu arada kahvehane gerçeğine de parmak basmakta yarar vardır. Zira bugünkü anlayış ve kullanışla, kahvehanelerimiz miskinler ve tembeller yatağı, vakit öldürme ve sağlıksız boş oturma yerleri konumundadır. Düşünmeyi, fikir üretmeyi, kitap okumayı ve kütüphanelerden istifade etmeyi engeller bir niteliktedir. Kahvehaneler ivedilikle ıslah edilmeli ve kıraathanelere, dönüştürülmelidir. Bir sandalyeye kolunu, öbür sandalyeye ayağını koyarak üçüncüsüne de oturan ve miskin miskin pinekleyerek üç sandalyeyi birden işgal eden ve 24 saatin yarısını okey masası başında geçiren yığın yığın insan var  bizim diyarda…
İnsana hizmet sunması açısından kütüphaneler, bizim ilim hazinelerimizin muhafaza edildiği bilgi saraylarımızdır. Ancak ne yazıktır ki, bu saraylarımızın ziyaretçisi yok denecek kadar azdır. Gelişmiş ülkelerde bir kişiye yedi kitap düşerken, bizde ise yedi kişiye ancak bir kitap düşmektedir.

UYTUN : Okumayan bir toplum oluşumuzu nasıl değerlendiriyorsunuz? 
TURAN : Millet alarak okuma alışkanlığı olmayan bir toplum oluşumuz, maalesef  çok üzücü  bir olay. Bu konuda hiçbir mazeret kabul edilemez. Bu mazeretlerden en klasik olanı da kitapların pahalı olduğudur. Halbuki her gün iki paket sigara için gözünü kırpmadan yaklaşık 10 YTL veren insanımız, her nedense kitap almak için eli cebine varmıyor. Oysa en basit bir hesapla günde 5 YTL verip sigara alan bir kişi senede 1825 YTL ödemektedir. Bir insanın 50 yıl sigara içtiğini düşünürsek bu meblağ 91250 YTL’yi bulmaktadır.Bu meblağı kitaba yatırsa bir ömür boyu nasıl bir kütüphaneye kavuşacağını bir düşünün. Böylelikle çoluk ve çocuğuyla ülkesine de ne derece iyi bir hizmet yaptığı görülecektir.
Değerli bilim adamlarımızdan Prof. Faruk SÜMER in " OĞUZLAR" adında yazdığı bir kitap, 70.000 000 luk ülkemizde 5000 baskıyı zar zor yaparken, aynı kitap 8 500 000 nüfuslu Azerbaycan da 100 000 basıyor ve bir ayda da tamamı satılıyor. Bir örnek daha verelim. Türk kültür tarihimizde çok önemli bir yeri bulunan Hoca Ahmet Yesevi'nin " MEKTUBAT" adlı kitabı bizde okuyucu bulmaz endişesi ile basmaya kimse yanaşmazken, aynı kitap 4 000 000 luk Türkmenistan da 200 000 baskı yapıp üç ayda tüketiliyor. Okumak adına utanç duyulacak bir noktada olduğumuzu kabul etmek zorundayız. Halbuki potansiyel bir güç olan öz kültürümüz içinde kitabın ve okumanın önemine biraz önce işaret ettik. İşte bu misyonumuzu tekrar kazanıp kültürel değerlerimizle ilim ve teknolojinin sentezini sağlıklı oluşturabilirsek o taktirde; kararan uruklar bir bir aydınlanacaktır. Düşünelim bir kere ; dün Osmanlı mucizesini ortaya çıkartan temel faktör neydi ? Elbette ki, Türk - İslam düşünce sisteminin ve hayat felsefesinin dinamize ettiği Mevlanalar, Yunuslar ve Hacı Bektaş Velilerin sevgi ve hoşgörü süzgecinden geçen, inanç ve azimle birlikte kültür ve medeniyetimizin birikimiydi.
Bu gün uluslar arası bilgi ağının kurulmasıyla iletişim yaygınlaştırılmakta ve hızlı bir bilgi sirkülasyonu sağlanmaktadır. Ciltler dolusu bir kitap küçük bir diske yerleştirilebilmekte, bilemediğimiz bir sözcük için lügatlarla zaman kayıp etmek yerine bir tuşa basmak yeterli olmaktadır. Fakat bütün bu gelişmelerin kitaba olan ilgiyi ve okuma olayını azalttığını iddia etmek yanlıştır.

UYTUN : Kitap ve okuma hususunda anketler ne diyor?
TURAN:Çok kötü bir imajımız var.Dünya ülkeleri arasında okumayan bir toplum durumunda olduğumuzu anketler söylüyor.Bir Japon yılda asgari 25 kitap,İsviçreli 10 kitap,Fransız 7 kitap okuyor.Türkiye’de ise yılda 6 kişiye ancak bir kitap düşüyor.
Bir Norveçli yılda kitaba 137dolar,  Alman 122 ,Belçikalı 100, ABD’li   95 dolar harcarken,
bir Türk  ise kitaba sadece 0,45 dolar ayırıyor. 
MEB’nın araştırmalarına göre; AB ülkelerinde, insanların % 40’ı yılda asgari bir kitap okurken,
bizde 40 milyon insan hiç kitap okumuyor. 
Japonya’da her 100 kişiden 14’ü,AB ülkelerinde her 100 kişiden 15’i,ABD’de her 100 kişiden 12’si  düzenli kitap okurken,   bizde  10 000(On bin) kişide ancak bir kişi düzenli kitap okuyor.
Japonya’da 2 kişiye bir gazete düşerken ve yılda 4 milyar 200 milyon kitap basılırken,     bizde 20 kişiye bir gazete düşüyor ve sadece 20 milyon kitap basılıyor. Neredeyse bizim bir yılda bastığımız kitabı,Japonlar bir günde basıyor.
OECD’nin   düzenlediği bir yarışmada “Okuma Becerileri”dalında 40 ülke içerisinde Finlandiya I.liği elde etmiştir.Okuma alışkanlığı olmaması dolayısıyla aynı dalda Türkiye  sondan 7.ci sırada yer almıştır. 
Mesela; dünya istatistiklerine bakarsanız  Finlilerin çok okuyan bir millet  olduğunu görürsünüz. Dahasını söyleyeyim, dünyanın neresinde olursa olsun yayınlanan her kitabın derhal Fince’ye çevrildiğini biliyor muydunuz? Çağdaş, kültürlü ve seviyeli bir toplum haline gelmenin yolu; azimle çalışmaktan, okumaktan, eğitim ve öğretimden geçer. 
              Yaz aylarında nüfusu yarım milyona yaklaşan  Bodrum’da 103 Kafe-Bar,230 İçkili Restoran,  127 Kahvehane,  12 Disko ve   3 Gazino bulunurken ,sadece iki kitapçı’nın olması da düşündürücüdür.
TÖMER’in anketine göre İlköğretimin ilk 5.sınıfı kitaplarında okutulan kelime ve kavram sayısı:
ABD’de  71 680,Almanya’da 70 400,Japonya’da 44 224,İtalya’da 31 262,Fransa’da  30 193, S.Arabistan’da   13 579 iken,maalesef                 Türkiye’de bu rakam sadece  7 260’dır.
Atatürk’ün uşaklarından Cemal Granada’nın anlattığına göre,bir gün Atatürk tarihle ilgili kalın bir kitabı açmış  zevkle okurken,odaya yakın arkadaşlarından Vasıf Çınar girer ve:“Paşam,bırakın şu kitap okumayı da memleketin meselelerine çözüm getirin.Hem siz 19 Mayıs da Samsun’a kitap okuyarak mı çıktınız?” der. Ancak şu cevabı alır: “Ben çocukken fakirdim.İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim.Eğer böyle olmasaydı,bu yaptıklarımın hiç birini yapamazdım”
MEB’nın bir anketinde kitap okumama  sebepleri şu şekilde belirlenmiştir: 
Kitap okuma alışkanlığı yok : %50.2
Yeterince zaman yok             : % 16,6
Boş zamanlarım yoğun         : % 10,6
Tv ve sinema tercihim           :% 10,5
Kitap fiatları pahalı                :  % 4,6
Diğer sebepler                         :% 5,3
Cevap  yok                              :% 2,27

UYTUN : Peki kitap ve okuma açısından nasıl bir toplum düşünüyorsunuz ? Özlediğiniz toplumun profilini çizmeniz mümkün mü ?
TURAN : Elbette mümkün. Sorduğunuz açıdan benim düşündüğüm toplumun profilini size şu  şekilde çizebilirim.
Bahçede, parkta, otobüste, trende, vapurda ve kahvehanede her zaman ve her yerde okuyan bir toplum.
Vatandaşlarının elinden kitap düşmeyen hava kadar, su kadar, yemek içmek kadar, kitaba ihtiyaç duyan bir toplum.
Bayramları, yılbaşı ve mutlu olayları kutlamak için posta ile dostlarına kitap gönderen bir toplum.
Ziyaret ettiği hastasına, sünnet olan minik yakınına ve düğününe gittiği mutlu çifte hediye olarak kitap götüren bir toplum.
Otobüs ve taksi duraklarında, otogarlarda, istasyonlarda ve her çeşit kuyruklarda beklerken kıymetli vakitlerini kitap okuyarak değerlendiren bir toplum.
İşinden akşam eve dönünce, Cumartesi ve Pazar günleri hem yorgunluğunu atmak hem de çocuklarına örnek olmak amacıyla evinin bir köşesini kütüphane haline getirerek, okuyan bir toplum.
Yediden yetmişe kitaba saygı duyan, onu seven ve okuyan cıvıl cıvıl, neşeli ve huzur dolu bir toplum...
Gelin özlenen bu toplumu hep beraber oluşturalım.
Okuma alışkanlığı olmayan bir toplum olduğumuza gelince; maalesef bu konu bizim en büyük meselemizdir.Ne yapıp yapıp rotaları kütüphanelere çevirmeliyiz. Aksi halde yeni girdiğimiz bu yüz yılda ilahi kaderin bize hazırladığı şartlarda misyonumuzu yerine getirirken büyük sıkıntılarla karşılaşabiliriz.Kitap okumada,bilimsel araştırmada hatta her işimizde yeni çağa ayak uydurarak bilgisayardan  ve tüm teknolojik gelişmelerden yararlanmak gerekir. Büyük düşünüp, büyük hareket etmeyi millet olarak emrediyor bize bütün gelişmeler. Oysa biz genelde televizyonkolik bir toplumu yansıtıyoruz..Okullara, kışlalara , işyerlerine ve ibadethanelere kütüphanelerin eşiğinden atlayarak girdiğimiz gün, şeytanın bacağını kırmış olacağız. 
UYTUN : Peki efendim siz bir öğretmensiniz ve toplum üzerinde belirleyici bir özelliğiniz var. Her meslekte hatayı telafi etme imkanı varken, sizin ham maddeniz insan olduğu için, her halde onun yetiştirilmesi   üzerinde yapılacak bir hatanın telafisi r     mümkün olmuyor. Değil mi ?
TURAN : Teşekkür ederim çok önemli bir hususa işaret ettiniz ve çok güzel bir gerçeği tespit ettiniz. 
Gerçekten öğretmenlik çok ulvi bir meslek hatta ilahi bir meslektir de diyebiliriz. Zira Allah Resulü :" Ben ancak muallim ( öğretici) olarak gönderildim" buyuruyor. Diğer bütün peygamberler de insanlara öğretmenlik yaptılar. Biz bu mesleğe sahip olmakla; büyük bir kitlenin mesut muhatabıyız. Bundan dolayı da çok bahtiyarız.
Atatürk de:"Ulusları kurtaranlar, yalnız ve ancak öğretmenlerdir." Diyerek konuya işaret ediyor ve kurtuluş savaşı bütün hızıyla devam ederken Heyet-i İlmiyeleri toplayarak eğitimin alt yapısını savaş ortamında hazırlıyor.
Beynimi, aklımı ve ruhumu büyüleyen eğitim davası ve öğretme iddiası kemerinin sımsıkı bağladığı öğretmenlik bana; boş zamanlarım da kahvehanede ki okey masasında zaman harcamayı değil, okuyup araştırmayı, yenilikleri takip etmeyi ve bana emanet edilen çocuklara her gün yeni şeyler öğretmeyi emrediyor, fitne fesatçı, dedikoducu, dolandırıcı, yalancı, menfaatcı, alkol ve kumar bağımlısı olmamam gerektiğini söylüyor. İçinde yaşadığım topluma her hareketimle örnek olmamı hatırlatıyor. Yarının ülke idarecilerinin elimde şekilleneceğini, onları ahlak, ilim ve irfanla yoğurup buram buram vatan kokan, bayrak kokan, inanç kokan yedi veren gülleri gibi itina ile yetiştirme işini omuzlanma yüklüyor. İşte öğretmen bu sorumluluğu taşımalıdır diye düşünüyor ve kabul ediyorum.
UYTUN : Öğretmenlerde sizin çizdiğiniz bu sorumluluk var mı efendim ? 
TURAN : Öğretmenlerde sorumluluk yoktur demek mümkün değildir.Ancak bu sorumluluğu taşıyamayan ve bu mesleğin vakarını ve yüceliğini idrak edemeyen pek çok eğitimcinin var olduğu söylenebilir. Sizin de biraz önce işaret ettiğiniz gibi öğretmenin eseri insandır. O aslında bir insan mühendisidir. Bir eserin ihtişamı, o eseri meydana getiren ustanın mahareti olduğuna göre, toplumun yapısı da öğretmenin maharetidir. Eğer bu gün toplumda huzursuzluk, anarşi, rüşvet, soygun, iltimas, ahlaksızlık ve hoşgörüsüzlük varsa ; bu sonuçtan birinci derecede biz öğretmenler ordusu sorumluyuz diye düşünüyorum. Şayet bu durum, iyimser bir kabullenme derseniz, o zaman da derim ki;iki veya üç ayda yüz binden fazla öğretmen yetiştiren kafaların faturasını ödüyoruz. Çünkü, kitap okuma alışkanlığı olmayan, kendini yenilemeyen, fikir üretmeyen, topluma iyi alışkanlıkları ile örnek teşkil etmeyen, vaktinin aslan payını kahvehane köşelerinde ve içki masalarında harcayan bir öğretmene mesleğini idrak ediyor ve bu mesleğin kutsiyetini ifa ediyor denebilir mi?
Fakat bununla birlikte, görevinin bilincinde olmasına ve üzerine büyük bir sorumluluk yüklenmesine rağmen, ekonomik olarak öğretmenlere sağlanan imkanın çok komik bir durumda olduğunu ve bu yüzden pek çok öğretmenin ikinci bir işte çalışmak zorunda olduğunu da söylemek zorundayız.
UYTUN : Yazmak nasıl bir duygu, yazmak için her hangi bir şart var mı ? 
TURAN : Yazmak suretiyle milyonlarca insana fikir ve düşüncelerinizi ulaştırmak ve çözümler üretmek şüphesiz ki onur verici bir duygu. Ama bundan daha önemlisi bu cennet vatana ve necip millete hizmet etmek temel amaçtır. Yazmak için, okumak ve belli bir bilgi ve kültür birikimi şarttır. Fakat okuma için, taktir edersiniz ki yazmak şartı gerekmez.
UYTUN: Hayatınızda sizi derinden etkileyen kitap hangisidir dersem ne dersiniz?
TURAN : Okuduğum binlerce kitaptan beni derinden etkileyen bir değil bir çok kitap ismi verebilirim. Ancak siz beni bir kitapla sınırlandırdığınız için, meselâ size Ord. Prof. Ali Fuat BAŞGİL'in ortaokul sıralarında özümseye özümseye ve ard arda üç kez okuduğum ve benim hayatıma yön veren " GENÇLERLE BAŞ BAŞA" isimli kitabını söyleyebilirim. Her gencin okumasının, hatta ders kitabı olarak okunmasında büyük faydalar mülahaza ettiğim hacmi küçük ama etkisi büyük bir kitap.
UYTUN : Toplumda çok kullanılan ancak anlamı ve içeriği pek bilinmeyen kültür nedir ? Bu bağlamda da kültür emperyalizmi nasıl olur ? Bu konuyu biraz açabilir misiniz? 
TURAN : Çoğu kere medeniyetle aynı anlamda kullanılan kültür, aslında bir toplumun maddi ve manevi değerlerinin hepsine birden verilen isimdir. Bir milletin benimsediği ve yaşam tarzında uyguladığı bu değerler bilgi olarak kültürü, deney ve yapı olarak da medeniyeti ifade eder. Milletlerin varlıklarını idame ettirmelerinde ve gelişmelerinde en büyük etken kültürdür.Wiston :" Kültür, sosyal etkileşimin ürünüdür."Derken, E. SAPIR de kültürü, "Atalardan gelen maddi ve manevi değerler yekûnudur." Diye tanımlar.
Örf, adet, inanç, dil, edebiyat, tarih ve sanat;kültürü oluşturan temel öğelerdendir. Tasada ve kıvançta ortak hareket etme özelliği, bir milletin kültür birliğine işaret eder. Hiçbir kültür, başkaları ile temastan ve onların etkisinde kalıp değişmekten uzak kalamaz. Bu noktada, acaba Türk milli kültürü de yabancı kültürlerden etkilenmiş midir sorusu akla gelebilir. Başka bir ifade ile, acaba kültür emperyalizmi diye bir hadise var mıdır ?
Milli kültür meselesinde bu konuya iki yönden bakılmalıdır diye düşünüyorum. Bunlardan birincisi kültürün nasıl olması gerektiği hususunda bakış açısı itibariyle idelojik yönü ağır basan sübjektif olanıdır. İkincisi ise, objektif olanıdır. Osmanlıların son zamanlarında başlayıp gelişen cereyan içersinde kültür politikamızın, batıcılık ve milliyetçilik olmak üzere iki kaynağı olmuştur. Orta çağ ve kısmen yeni çağ boyunca batıya kültür verici durumunda iken, ondokuzuncu yüz yıldan itibaren alıcı durumuna düşmüşüzdür. Batıda ilim ve teknolojinin gelişmesi ile yenilik ve teknoloji ithal etmek için yüzümüzü o tarafa çevirmemiz gayet doğal olmakla birlikte, bir takım uygulama hataları neticesinde şekilciliğe ağırlık verilmiş ve daha ziyade yaşam tarzı  alınmıştır. Bu durum da, Batı’nın kültür emperyalizmi sayesinde büyük çapta erozyonlar meydana getirmiştir. Hatta bu gün dahi yerli sanayimiz daha kaliteli mallar üretmesine rağmen, hala her malın Avrupa olursa çok sağlam olacağı imajı zihinlerden silinememiştir. Nice yıllar eskiye ait ne kadar kültür değerimiz varsa önem vermeme derecesinde batı hayranlığı revaçta kalmıştır. Halbuki : " Eski başka, eskimiş başkadır. Nice eskiler vardır ki, hiç eskimez. Eski, eski olduğu için atılmaz, zararlı olursa atılır. Yeni de, yeni olduğu için alınmaz. Faydalı, iyi ve verimli olduğu için alınır." İlkesinin hakim olması gerekiyordu.
Tarihçi Prof. Osman TURAN : " Biz Avrupalı olmak için kültür ihtilali yaptık. Bizi onlarla birleştirmeğe engel bütün tarihi ve milli kıymetlerimizi de feda ettik,anlayamadılar." Derken, Prof. İ. Süreyya SIRMA' da :" Batı kültürü Farz-ı ayın yapıldı buna rağmen bizi kabul etmediler. Batıya göre biz daima doğulu ve barbarız. Öyle okutuluyor tarihlerinde. Ne batılı olabildik, ne de biz, biz kalabildik. Kendimizi dahi batıdan öğrenmeğe başladık." Diyerek çok acı bir tesbitte bulunmaktadırlar. 
Kültür emperyalizmi, bir yabancı kültürün emperyalist amaçlarla diğer kültürler üzerinde sosyal, politik, askeri ve ekonomik baskılar uygulayarak zorla benimsetilmesi demektir. Bu yolla yapılan şey değişme olmayıp bir değiştirme hadisesidir. Kültürümüzü emperyalist kültürlerden korumak demek; dış dünya kültürlerine kapımızı kapamak demek değildir. Çünkü farklı kültürlerden alınacak pek çok bilgi ve deneyler vardır. Bunların alınması ile körü körüne taklitçilik yapmak ayrı şeylerdir.

UYTUN : Kitaba ve okumaya olan ilginin az oluşunda eğitimin rolü var mıdır? 
TURAN: Olmaz olur mu? Hem de bu hususta en büyük etken eğitimdir denilebilir. Zira bizde bütün kültürü gazetelerin magazin sayfalarından ibaret olan, yığın yığın magazin aydını vardır. Fakat münevver çok azdır. Öte yandan eğitimin temel taşı olan öğretmenlerde de genelde ne kitap sevgisi, ne de okuma alışkanlığı vardır. Öğretmenlerin büyük bir kısmının okludaki ders rutini dışındaki vakitlerinin aslan payı, öğretmen evlerinde veya kahvehanelerdeki okey masaları başında geçmektedir. Bir öğretmen kitabı ve okumayı sevmiyorsa, öğrencisini kitapla dost yapması mümkün mü? Kendisi okumayan öğretmenin, öğrencisine okuma alışkanlığını kazandırması düşünülebilir mi? Bu gün kaç öğrencimiz demiyorum. Aslında dilim varmıyor ama, bırakın batı klasiklerini acaba kaç öğretmenimiz Mehmet Akif'i, Ali Fuat Başgil'i, Mümtaz Turhan'ı, Nurettin Topçu'yu, Yaşar Kemal'i, Kabaklı'yı, Gökalp'i... velhasıl fikriyle ve kalemiyle çığır aşmış yazarlarımızı okumuştur. Demokrasi klasiklerinden  kaçımn haberi vardır. Goethe'yi
Dostoyevski'yi, Von Heyek'i ne kadar tanımaktadır. Hoşgörü deryası Mevlânâ'nın Mesnevisini, sevgi çağlayanı Yunus'un divanını kaç öğretmenimiz okuyup özümsemiştir. Bu sorular ve cevapları acı ama maalesef gerçek. Şunu unutmayın ki, bir milletin ilim ve teknoloji alanında ilerlemesinde, sosyal ve kültürel açıdan gelişmesinde temel öğe, eğitimdir. Eğitimi dinamize edecek unsur da, öğretmendir. Bu noktada insan mühendisi demek olan öğretmenin nitelik olarak yetiştirilmesi gündeme gelmektedir ki, bu da bizim neşter vurulacak kanayan yaralarımızdan  biridir. Öğretmenlik adına, öğretmencilik onayanlara, ya çeki düzen verilmeli veya sistemin dışında pasifize edilmelidir ki, eğitimi gerçek eğitimciler şekillendirebilsin.

UYTUN : Sayın hocam, bir eğitimci olarak eğitim sistemimiz hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz? 
TURAN: Elbette. Dilim döndüğü kadarıyla izah etmeye çalışayım. Eğitim; kişilerin öğrenme yoluyla davranış değiştirme ve davranış geliştirme faaliyetidir. Bir de öğretim var ,o da; mesleki formasyonun gerektirdiği genel kültür veriyor. Bu iki kavram, yani eğitim ve öğretim birbirinden soyutlanamaz. Birinin diğerine tercihi de söz konusu  değildir. 
Eğitim sistemi sağlam temeller üstüne oturtulmalıdır. Sık sık değiştirilmesi olumsuz sonuçlara yol açar. Dolayısıyla eğitim politikası, hükümet politikaları olmaktan ziyade devlet politikası şeklinde olmalıdır. Sorunlarımızın bir çoğunun eğitimsizlikten kaynaklandığını kim inkar edebilir. Eğitim düzeyinin ve sınıf geçmenin çok basite indirgenmesiyle diplomalı cahil yetişeceğini ve yarın bu durumun problem yaratacağını söylemek için kahin olmak gerekmez.

UYTUN : Peki efendim biraz özel ve klasik bir soru olacak ama özel zevklerinizi öğrenebilir miyiz? 
TURAN: Tabii hay hay efendim. Bir kere size şunu söyleyeyim. En büyük zevkimi bir beyitte ile getireyim. O da şu : 
"Ne olursa olsun bu dünyada mevkim,
 Hakka kul olmak benim en büyük zevkim."
En büyük zevklerimden biri de kitaplarla boğuşmak,araştırma yapıp yazılar yazmaktır.Ayrıca kitap okumak., şiir yazmak, okumak ve şiir ile müzik dinlemekten hoşlanırım. Türk Sanat Müziği ve Tasavvuf  müziğini severek dinlerim. Eşim ve çocuklarda birlikte kırlarda ve su boylarında gezmek de benim için ayrı bir zevktir. Moralim bozuk olduğu zamanlarda Kur' an okurum. Çünkü mucizevi yönüyle stresin en iyi ilacı Kur' an' dır. Güzel sesli bir hafızın ağzından Kur' an dinlemek beni mesteder. Dostlar ve kültürlü insanlarla sohbet etmenin zevkine doyamam.Pek olmuyor.Ama fırsat bulabilirsem TV'lerdeki kültürel programlan ve bilimsel sempozyumları izlemek de benim için ayrı bir zevk konusudur. 
UYTUN : Yazmaya ne zaman başladınız ve nerelerde yazdınız? 
TURAN: Yazmaya ortaokul sıralarında başladım. Şiir, makale ve hikaye türünde yazılar yazdım .Ancak bazı dereceler almakla birlikte bu çalışmalarım daha çok deneme mahiyetindeydi. Yüksek tahsilim esnasında vaktimin büyük çoğunluğu İstanbul' un büyük kütüphanelerinde geçti. Çeşitli bakanlıkların yayın organlarında, Milli Eğitim,Diyanet Avrupa,Erciyes,Ana Kültür Sanat,Yeni Defne,Sur,Ozan,Ergenekon,Seviye,Güneysu ve kurup  yazı işleri sorumluluğunu yaptığımız Irmak gibi dergilerle bazı gazete ve antolojilerde yazı ve şiirlerimiz yayınlandı.

UYTUN : Efendim ilk kitabınızı "TEMEL SORUNLARIN ANALİZİ"  adıyla yayınladınız. Ardından "ŞAFAK SÖKERKEN" ve “SERZENİŞ” isimli  iki şiir kitabınız çıktı. Osmanlının kuruluşunun 700. yılı dolayısıyla kaleme aldığınız ve tarihi bir araştırma kitabı olan "CİHAN HAKİMİYETİNE GİDEN YOL" isimli kitabınız  da Türdav yayınlarından çıktı. “ TARİH  ANEKDOTLARI” adlı kitabınızdan sonra Türkiye’de çok tutulan “ TARİH BOYUNCA BABALARIN ÇOCUKLARINA ÖĞÜTLERİ ” isimli kitabınız Timaş yayınlarından çıktı ve kısa sürede ard arda üç baskı yaptı.. Yine Timaş yayınlarından “Güldüren ve düşündüren Tarih” adıyla bir kitabınız daha yayınlandı ve o da Türkiye’de  çok tutuldu  ve kısa sürede 3.baskıyı yaptı.En son da yanılmıyorsam  Papatya yayınlarından  “DESTANLAŞAN ÇANAKKALE”kitabınız  çıktı.Bu noktada kitaplarınız hakkında biraz açıklama yapar mısınız? Buna bağlı olarak yeni çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz? 
TURAN: Memnuniyetle. Kitapların önsözlerinde bu sorunuzun somut olarak cevabı mevcuttur. Ama ben size kısaca şöyle özetleyeyim: Nemelazımcılık ve tembellik bizim en büyük yaramız değil mi? Rüşvet, iltimas ve ayrılık en büyük hastalığımız değil mi? İnanç ve ahlakın erozyona uğramasıyla milli duyguların dejenere olması en büyük meselemiz değil mi? Sigara, alkol ve uyuşturucu tehlikesi bizim en büyük felaketimiz değil mi? Kitap okumama, dürüst çalışmama ve devlet malını deniz görme ve sorumsuzluk bizim en büyük zaafımız değil mi? Bu sorulara hayır demek mümkün mü? İşte biz "Temel Sorunların Analizi" isimli kitabımızda bu sorunları değişik başlıklar altında inceledik, araştırdık ve çözüm yollan bulmaya çalıştık. Öte yandan tarih boyunca bize oynanan Batı ve Bizans oyunlarını Bosna, Azerbaycan, Kosova,Filistin, Kıbrıs ve Çeçenistan' da su yüzüne çıkan çifte standardı sorguladık. 
Konuları genellikle, tarihî, dînî, ahlakî, sosyal ve kültürel yönden ele alıp inceledik. Bir ve bütün olmamız gerektiğini dînî ve millî kültürümüzden ödün verilmemesini hep vurguladık.
Şiirlerimizde ise; doğruluk, vefa, milli duygular, ahlak, edep ve fazilet, iyilik, güzellik, insan sevgisi ve hoşgörü motiflerini işledik. Bazı şiirlerimizde hiciv özelliği varsa, bu durum nefsi teskinden ziyade doğruyu eğriden, kötüyü iyiden ayırma düşüncesinden doğmuş ve zulmü kınamak gayesi güdülmüştür. 
Yoksa sadece yazmış olmak için yazmaya üç beş kelimeyi bir araya dizmeye, okuyucuya bir mesaj vermeyen sanattan, ahenkten ve duygudan çok çok uzak yapıtlara şiir denemeyeceği inancım taşımaktayım. Şiirdeki bu anlayışımı şu dizelerde dile getirmeye çalıştık
Suya çizgi çizmeye,                              Ahenk saklanmış dama,
Nice yalan düzmeye,                San'at mahkum idama,
Bir kaç sözcük dizmeye,          Hiç duygusuz adama,
Sen şiir mi diyorsun.                 Sen şair mi diyorsun.

"Cihan Hakimiyetine Giden Yol" adlı araştırma kitabımızda ise, daha ziyade tarih şuurunu amaçladık. Zira, dünya üzerinde bizim kadar bağrından kahraman çıkaran ve dillere destan zaferler kazanarak ilim, kültür ve medeniyette çığır açan başka bir millete rastlanmadığı halde, ne yazık ki tarihi yaptığımız kadar yazdığımız söylenemez. 
Biz bu kitapta, sadece tarihi, siyasi ve askeri gelişmeleri ele almadık.Bunlarla birlikte, devleti devlet yapan kültür ve medeniyet müesseseleriyle temel yapının  maddi ve manevi dinamikleri üzerinde de durduk. Osmanlı mucizesini gerçekleştiren kahramanların faziletlerini ve meziyetlerini araştırdık. Sevgi ve hoşgörü motiflerini işledik. Türk adalet sistemini ve Osmanlı toleransını inceledik. Müslüman Türk insanının ahlaki ve insani özelliklerini ve güzelliklerini tarihi kaynaklardan örneklemelerle sunmaya çalıştık, Kayılar’ın Anadolu' ya gelip yerleşme serüvenini ve küçük bir aşiretten cihan devletine yükselen tarihi realiteyi tesbit etmekle yetinmeyip derinliğine ve genişliğine bütün gelişmeleri de tahlil ettik ki, okuyucuya özellikle de genç nesillere ,ibret ve öğüt olsun. Kimliğini, kültürünü ve özünü bilsin ki, diğer milletlere karşı kendine güven duygusu gelsin.
Osman Gazi' den Kanuni devri sonlarına kadar olan sürede gerçekleşen tablo; gerçekten gözleri kamaştıracak bir niteliktedir. Osmanlı bu zaman zarfında Türkiye' nin 25 katı büyüklüğüne ulaşmıştır. O gün için dünyadaki 500 milyon insandan 100 milyon’u Osmanlıydı. Başka bir ifadeyle dünyadaki her beş insandan biri  Osmanlı  tabiiyetindeydi..   Osmanlının  gücü,  Dünyadaki  geri  kalan  bütün devletlerin gücünü aşmıştı. Onun mirası üzerinde bu gün kırka yakın devlet kurulduğunu düşünürsek; böylesi muazzam bir başarının nasıl ve ne şekilde gerçekleşecek ve Cihan hakimiyetine giden yolun kat edildiği bu kitabımızı okudukça görme ve anlama imkanı bulunacaktır.
Tarihe karşı mesuliyet duygusu, benim bu tarzda araştırma yapıp kitap yazmamda müessir olmuştur. Kitapta doğrulara doğru, eğrilere de eğri diyerek okuyucuyu tarihin sıkıcı dehlizlerinden inşirah verici atmosferine çıkarıp, zevk ile ve akıcı bir üslupla okunacak tarzda kaleme almaya gayret sarf ettik. “TARİH BOYUNCA BABALARIN ÇOCUKLARINA ÖĞÜTLERİ” kitabımızda ise,Hz. Adem’den Hz.Muhammed(a.v)’ e, Ertuğrul Gaziden Yavuz Sultan Selim’e, Abraham Lıncoln’den  Williame Shakespeare’e ve Kaşgarlı Mahmut’tan  Mevlânâ’ya kadar  ulaşabildiğimiz tüm kaynakları uzunca bir zamandır taradık ve bütün dünya tarafından çok yakından tanınan 50’ye yakın şahsiyetten  bu öğütleri hazırladık. Bu çalışmayı yaparken de Doğu Batı, yerli yabancı ve Müslüman Hıristiyan gibi bir ayırım gözetmedik. Bu sahada yayımlanmış bir çok öğüt kitabı bulunmakta,ancak bu öğütler,genellikle bir şahsın öğütlerini ihtiva etmektedir. Bizim çalışma ve araştırmamız  genel öğütler üzerine başladı ve adeta bir öğütler ansiklopedisi  niteliğini kazandı Bu noktada niçin annelerin değil de babaların öğütleri denilebilir. Biz böyle bir ayrımı hiç mi hiç düşünmedik.Hatta pek çok yerde anne ve babayı birlikte andık Üstelik sevgi,şefkat ve fıtrat  itibarıyla anne her zaman babadan bir adım öndedir. Bu sebeple çocuk yetiştirirken  kızına ve oğluna bir annenin öğüt vermemesi düşünülebilir mi?

Ancak tarihte bir “Ey Oğul!” geleneğine rastlanmaktadır.Bu da Kur’an’ın Lokman suresinde yer alan  ve “Ey Oğulcuğum!” diye başlayan ayetlerdeki Lokman Hekim’in oğluna öğütlerinden esinlenilerek  yaygınlaşmış bir gelenek olarak düşünülebilir.Yoksa öğüdü babalar verir,anneler vermez demek mümkün mü? Dolayısıyla  öğütler mevzubahis olduğunda,babaların annelerle  birlikte  erkek çocukların kız çocuklarıyla  birlikte mütalâa edilmesi gerekir.
Bu eserle , anne ve babaların  önce kendi nefislerinde  öğütleri harmanlayıp,sonra da çocuklarına nasıl öğüt verilmesi  hususunda zengin bir birikim ve tecrübe kazanmaları amaçlanmıştır. Çocuklar ve gençler okuduğunda ise,her bir öğüdü adeta anne ve babalarından alıyorlarmışçasına alarak özümsemeleriyle; iyiye ve güzele doğru davranış değişimi ve davranış gelişimi hedeflenmiştir.  Böylelikle toplumda ortaya çıkan ve yediden yetmişe  herkesin üzerinde ittifak ettiği , ahlâkî ve insanî değerler dejenerasyonuna karşı  bir baraj  oluşturma gayesi güdülmüştür.
Bir toplumda öğüt müessesesi  tam işletilebilirse,o takdirde hatalar,yanlışlar ve tüm olumsuzluklar asgariye indirilebilir. Bunun aksine öğüt müessesesini yürürlüğe koyamayan ve :“Bana öğüt verme para ver...” mantığının hakim  olduğu toplumlar,içerisinde pek çok arıza bulunan  ve her an bu arızalara yenileri eklenen fakat hiçbir tamir yapılmayan  makine haline dönüşebilir. Belki bir süre çalışır ama nihayet dağılır. Düzeltilmeyen her hata,ısrar edilen her yanlış ve “Ben yaptım oldu” mantıklı her olumsuzluk  büyüyerek çığ  haline dönüşür. Olaylar bu boyuta gelmeden  fert ve toplum bazında öğüt müessesesini çalıştırmanın  yararı elbetteki çok elzemdir. Çünkü kitap içinde yer alan öğütlerden her biri kulaklara küpe olabilecek bir niteliktedir. 
GÜLDÜREN VE DÜŞÜNDÜREN TARİH” ise, yer yer kahkaha ile güldürürken.yer yer de acı acı düşündürüyor. Aynı eserde engin bir tarihi bilgiyle birlikte ,zengin bir genel kültür  de veriliyor.Sekiz ayda üç baskı yapması geniş bir okuyucu kitlesi bulmuş olmasındandır herhalde.
“DESTANLAŞAN ÇANAKKALE”ye gelince,benim için çok farklı bir çalışmadır.Çünkü Çanakkale büyük ölçüde mana yüklüdür. Çanakkale savaşları; tarihin kaderini değiştiren, Türk’ün şan ve şerefini şahikaya eriştiren, vatana sevgi duygusunu geliştiren, iman gücünü bayraklaştıran ve orada savaşanları kutsallaştırıp kahramanlaştıran görkemli bir destandır. 
Dünyayı yenenlerin ve yenilmez sanılanların yenildiği Çanakkale; dünya tarihinde ve Türk milletinin hafızasında abideleşen, ebedileşen, heykelleşen, efsaneleşen ve destanlaşan bir büyük zaferdir. 
Çanakkale’de, iman ve azmin karşısında maddi güç ve teknik dize gelmiş, mana maddeyi delmiş, Hakkın ve haklının zaferi tescil edilmiştir. 
Çanakkale’de, özlemle gelenlerin nasıl hüsranla döndüğüne, Ehl-i Salib’in ümit ışıklarının nasıl söndüğüne tarih şahit olmuştur. 
Çanakkale, 250 bin şehidin kefensiz yattığı, Türk’ün şanına şan kattığı ve bir devrin battığı yerdir. 
Çanakkale’nin o dehşet anını görenler kıyametin koptuğunu zannederler. Dünya tarihi, metre kareye altı bin merminin düştüğü  ve yine bir metrekareye beş litre insan kanının aktığı böylesi bir savaşı ne görmüş, ne de tanımıştır. Her Çanakkale’ye gidişimde oradan ayrılırken ruhum, soğuk bir demir kızgın ateşten nasıl çıkarsa öyle üzgün ve kırgın dönerdim. Zira tarihimiz açısından müstesna yerlerden birisi olan Çanakkale’ye gelen ziyaretçilerin pek çoğu Şairimizin: 
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı
 Düşün altında binlerce kefensiz yatanı, 
 Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı…”
Mısralarında ifadesini bulan bir şuur ve bilinçten uzak bir vaziyette, özellikle kızlı erkekli gençlerin fıkırdaşarak, sanki bir turistik gezi yapar halet-i ruhiye içine dolaştıklarını, hatta şehitliklere aşk sloganı yazacak kadar, meselenin özünden bihaber gezdiklerini üzülerek müşahade etmişimdir.
Şimdiye kadar yazdığım kitapların hiçbirinin, beni bu kadar derinden etkilemediğini belirtmek isterim. Çünkü Çanakkale’yi yazarken ruh dünyamda o kadar derin akisler ve depremler meydana geldi ki, çoğu konuları tüylerim ürpererek ve göz yaşlarıma hakim olamayarak yazdım.Okuyucuların da okurken  aynı duyguları yaşayacağına eminim. 
Takdir elbetteki okuyucularımızındır. Genelde kitaplarımız geniş yankı bulmuştur. Bu keyfiyet bize başka eserler vermemiz hususunda motivasyon kazandırmaktadır. Okurlarımız kitaplarımızı temin ettiklerinde; zevkle ve bir çırpıda okuyacaklarına inanıyorum. Eleştirilerini de bekliyorum. 
Öğütler üzerine yeni bir çalışmamız daha var.Çocuk eğitimi üzerine “Küçük Çocuğun Büyük Dünyası” ile Tarihte 365 gün 6 saat ,gün gün  tarihlerin açıklamalarını ihtiva eden başka  çalışmalarımız da bulunuyor.İnşallah yakında bu çalışmalarımız da okuyucularımızın istifadesine sunulacaktır.         
UYTUN : Teşekkür ederim.Çok güzel bir söyleşi oldu.İnşallah yeni kitaplarınızla yine söyleşi yapmak dileğiyle diyorum.TURAN:Ben teşekkür ederim.Bize bu fırsatı verdiğiniz için.

Not: Bu röportaj Şairler ve yazarlar Derneği Genel Başkanı rahmetli Göktürk Mehmet UYTUN tarafından yapılmış ve Diyanet Avrupa dergisinde yayımlanmıştır

Bu Sayfayı Paylaşın

Tüm Kitaplar