GELİBOLUDAKİ YÜKSEK RUH
Aslını, esasını, öz benliğini, kimliğini, kişiliğini, inancını, tarihini, kültürünü ve misyonunu bilmeyen milletlerin, yeryüzünde uzun müddet payidar olduklarına tarih bugüne kadar şahit olmamıştır. İnsanın kendisinde olmayanı başkasına vermesi nasıl mümkün değilse, bizim de millet olarak milli bir şuur kazanmadığımız sürece, bu şuuru gelecek nesillere aktarmamız da mümkün olmayacaktır. Çünkü başka milletler sığ bir göl gibi olan kısa ve kısır tarihlerini, kendi nesillerine tarih yerine destan diye okutup geçmişlerine ihtişam kazandırmaya çalışıyorlar.
Biz, engin bir derya misali olan zengin tarihimizle güçlü kültür ve medeniyetimizi nesillerimize gereği gibi tanıtamamaktayız. Kendi kendimize yaptığımız bu kötülüğü, dünyada hiçbir düşmanın yapması mümkün değildir. Artık bu acı gerçeği itiraf etmenin ve gerekli tedbirleri alma zamanının geldiğini düşünmek gerekir.
Her Çanakkale’ye gidişimde oradan ayrılırken ruhum, soğuk bir demir kızgın ateşten nasıl çıkarsa, öyle üzgün ve kırgın dönerdim. Zira tarihimiz açısından müstesna yerlerden birisi olan Çanakkale’ye gelen ziyaretçilerin pek çoğu, Şairimizin:
“Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı,
Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır atanı…”
Mısralarında ifadesini bulan bir şuur ve bilinçten uzak bir vaziyette, özellikle kızlı erkekli gençlerin fıkırdaşarak, sanki bir turistik gezi yapar halet-i ruhiye içine dolaştıklarını, hatta şehitliklere aşk sloganı yazacak kadar, meselenin özünden bîhaber gezdiklerini üzülerek müşahede etmişimdir. Eğer bu davranış; cehaletten değilse, gaflet ve dalalettendir diye iç çekmişimdir.
Çanakkale’ye ziyarete gidecek tüm kafilelerin önceden; nereye ve niçin gittiklerini, varlığımızı, vatanımızı ve hürriyetimizi orada kefensiz yatan şehitlerimize borçlu olduğumuzu anlatarak, temelde bir altyapı oluşturup bir şuur ve bilinçlendirme yapıldıktan sonra gezinin gerçekleştirilmesinin daha faydalı olacağını hep düşünmüşümdür.
Biz, “Gelibolu’daki Yüksek Ruh ve Destanlaşan Çanakkale” kitabımızı, Çanakkale’de yaşanan “yüksek ruhu” anlatmak ve gelecek nesillerimize aktarmak için kaleme aldık. Çünkü Çanakkale Zaferi, bizim Balkan hezimetimizin bir rövanşı olması yanında, T.C.’nin de bir önsözüdür. Çanakkale’deki o yüksek ruh ve moral, bize Milli Mücadeleyi kazandırmıştır.
Şimdiye kadar yazdığım kitaplardan (Kutsal Topraklarla ilgili olanlar hariç) hiçbirinin, beni Çanakkale kadar derinden etkilemediğini belirtmek isterim. Çünkü Çanakkale’yi yazarken, ruh dünyamda o kadar derin akisler ve depremler meydana geldi ki, çoğu konuları tüylerim ürpererek ve gözyaşlarıma hâkim olamayarak yazdım. Okurken sizlerin de aynı duyguları yaşayacağınıza eminim.
Çanakkale savaşlarının nasıl ve ne şekilde cereyan ettiğinden, belki daha önemlisi, o dev düşman güçlerine Çanakkale’de geçit vermeyen, şanlı Mehmetçiğin yüksek ruhu, imanı, azmi ve vatan sevgisidir. Çanakkale zaferinin madde ile beraber, mana ve iman takviyesi ile kazanıldığına dair elimizde çok sayıda belge ve bulgular mevcuttur.
Düşmanın Akdeniz Kuvvetleri Komutanı Hamilton: “…Sadece bugün 1800 şarapnel attık. Aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri koruyan CENAB-I ALLAH’larından ayırmak için başka ne yapılabilir?…” diye sorduktan sonra şöyle diyordu:
“Bizi Türkler’in maddi gücü değil, manevi gücü mağlup etmiştir. Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı.
Fakat biz, gökten inen güçleri müşahede ettik. Sanki biz daha buralara gelmeden, akıbetimiz kararlaştırılmıştı. Ve şimdi de üzerimizde icra ediliyordu.”
Bir İngiliz Amirali de: “…Toprağı şarapnellerimizle delik deşik ettik. Bir kalburun yüzü gibi birbirine temas eden daireler haline getirdik. Artık bu toprakta bir canlının mevcudiyetine müspet ilim ve akıl inanamazdı. Fakat biraz sonra kabarttığımız bu tümseğin altından, elinde süngüsü ile bir Türk neferinin Allah diye fırladığını görünce, aczimizi anladık.” diye çaresizliğini belgeliyordu.
Öte yandan bu harekâtın fikir babası ve uygulayıcısı olan İngiliz Deniz Bakanı Churçhil ise, o rezil mağlubiyetten sonra mahkemede tazyik altında kalınca çaresiz şöyle haykıracaktır: “Anlamıyor musunuz, biz Çanakkale’de Türkler ile değil, ALLAH ile harp ettik. Tabiî ki yenildik…”
Bu işin başka da bir izah tarzı yoktur. Gerçekten Çanakkale’de öylesine ulvi hadiseler cereyan etmiştir ki, bunları hiçbir idrak, akıl ve mantık açıklayamaz. Koca Seyit’in fizik kanunlarını alt üst eden 276 kiloluk mermiyi kaldırmasından, İngiliz Kraliyet Alayı’nın kaybolmasına, Gelibolu ormanlarında korkunç ve yırtıcı Aslanların görünmesinden, küflü, paslı esrarengiz 26 Türk mayınının gizemli ve görkemli başarısına kadar, olayların çoğu mânâ ile ilgilidir.
Yılmaz Tartan’ın ifadesine göre: “Dün kıtlık çekirgesi gibi boğazın mavi sularına kan içmek için üşüşenlerin torunlarına, Çanakkale destanının mânâ ve maksadı anlatılmalı. Böylece yeni hatalara düşmesinler; buna rağmen bir çılgınlığa teşebbüs edebilecekler de ‘hafıza-i beşer nisyan ile maluldür’ tezine sarılmasınlar. Çanakkale destanını öğrenmek ve yeni nesillere öğretmek Türk milletinin şeref borcudur. ”
Uzun zamandır üzerinde çalıştığımız bu kitabı, dört bölüm halinde hazırladık: I. Bölümde; Fazla teferruata girmeden Çanakkale’nin siyasi ve askeri yönünü inceledik.
II. Bölümde; mektup, anı, hatıra ve menkıbe diye ifade edebileceğimiz konulara ve araştırmalarımızdaki gözlemlerimize yer verdik. Çünkü Çanakkale’nin geniş bir mana ve yüksek bir ruh yönü vardır. Bu yüzden esere “Gelibolu’daki Yüksek Ruh Destanlaşan Çanakkale” adını verdik. Zaten Çanakkale’yi de Çanakkale yapan, hadisenin daha ziyade bu boyutudur.
Savaş esnasında o bölgede öylesine esrarengiz olaylar cereyan etmiştir ki, artık akıl ve idrak iflas etmiştir. Fizik kanunları alt üst olmuş, insan havsalası, muhakemesi ve muvazenesi sarsılmıştır. Mânâ maddeyi felç etmiş, düşünce ve mantık geçersiz kılınmıştır. Dolmazlar doldurulmuş, olmazlar oldurulmuştur. İnanç, iman ve azim, tekniği yenmiştir.
Savaşın seyri boyunca meydana gelen bu ilginç olayların anılarını yerli ve yabancılar, anlatmak suretiyle tarih’e zenginlik kazandırmışlar, bize de düşünme, muhakeme etme, ibret alma ve istikbale daha sağlıklı bir şekilde hazırlanma fırsatı vermişlerdir.
Çünkü bu hatıraların pek çoğunda acı vardır. Feryat, özlem ve gözyaşı vardır. Bunlar okunduğu zaman; insanı sarsan, tüylerini diken diken eden, düşündüren, heyecanlandıran ve gözleri yaşartan bir ortam oluşacağına inanıyorum. Böylelikle başlangıçta da belirttiğimiz gibi, özellikle anlatılan bu hakikatler gençlerimize, eksikliğini duyduğumuz milli bir şuur, vatan sevgisi, tarih bilinci, çalışma ve başarma azmi ve şehitlerimize karşı da minnet ve şükran duygusu kazandıracağını düşünüyorum. Genelde bu tür kitaplarda aşağı yukarı aynı olaylar değişik ifadelerle verilmektedir. Biz bu anıları, inceleme, gözlem ve araştırmalarımızla birlikte, çok değişik kitap, dergi ve gazete gibi bibliyografyada gösterdiğimiz kaynaklardan derledik.
III. Bölümde de; Siyasi, askeri ve edebi şahsiyetlerin, değişik açılardan meseleye bakarak, onların çeşitli değerlendirmeleriyle Çanakkale’yi verdik.
IV. Bölüme ise; Şiirlerle Çanakkale dedik. Zira Süleyman Nazif: “Çanakkale’nin şehitleri olduğu gibi şairleri de vardır” der.
Çanakkale savaşlarının kronolojik bir dökümü ile Çanakkale ile ilgili bir röportajımızı da esere ilave ettik. En sonunda da “Adım Adım Çanakkale Şehitliğini Ziyaret” diyerek, siz değerli okuyucularımıza bizim rehberliğimizde Çanakkale bölgesi ile tüm şehitliklerimize sanal bir gezi yaptırdık.
Dilerseniz önsözü okuduktan sonra, bu son bölüm ile röportajı okuyarak ve şehitlikleri ziyaret ederek de kitaba başlayabilirsiniz. Hatta tavsiyemizdir.
Dünya tarihinde, hakkında en çok konuşulan ve en çok kitap yazılan Çanakkale’yi, biz de değişik boyutlardan incelemeye çalıştık. Bununla aziz milletimize, özellikle de gençlerimize bir nebze katkı sağlayabildiysek ne mutlu bize. Bu duygular içinde, bütün şehitlerimizin ruhları şad olması dileğiyle…
En derin selam, sevgi ve saygılarımla…
Mustafa TURAN